Bir yandan başka bir dünyanın olasılıklarında gezinip ”sevgi” ve “iletişim” kavramlarının sınırlarını olabildiğince genişletmenin peşindeyim. Diğer yandan tüm ruhsuzlara ve ruhun satmışlara da en hafifinden ’ el insaf ya ’ diye haykırmak istiyorum. Anlaşılan bu ikilem içinde durup durup vicdan ve merhametten bahsedeceğim. Masumiyeti ön plana çıkaracağım. Bulabildiğim tek çözüm bu. İyi diye bildiğim, atalarımdan öğrendiğim, emin ve razı olduğum şeylerin bu kadar savunmaz bırakılmasına katlanamıyorum. Halden anlayacak, dertleşecek birilerine ihtiyacım var. Gözünüzü korkutmayım. Ne en masumu nede en doğrusunu arıyorum. Bu zamanda kim tertemiz ve dosdoğru kalabilir ki! Bunca olan bitene rağmen, hala aklınızı ve ruhunuzu izmler ve modern şeyhlerden koruyabildiyseniz, kendi ayaklarınızın üzerindeyseniz iyi anlaşabileceğimizi düşünüyorum. Hele birde herşey rağmen kendi(nize) inancınızı koruyabiliyorsanız, sevgi, saygı, vicdan, merhamet, insaf denildiğinde gülmüyor ve şaşırmıyorsanız belki dost bile olabiliriz. Çoğundan daha masum ve doğru olduğunuza eminim. Kesinlikle kendinizden şüphe duymayın. Gelin bir ortak yol bulalım. Nereden geldiğiniz ve nereye gittiğinizin hiç bir önemi yok. Beni yalnız bırakmayın, buyrun bir müddet / zaman zaman beraber yol alalım, yârenlik edelim! ’Yolu sevgiden geçen herkesle bir gün, bir yerde buluşuruz’ der üstadın biri. Bizde sizlerle buluşuruz inşallah. Belki bir ara beraber seyrü sefer ederiz. Sonrasında yol yine sizindir. Sizi fazla tutmam.
İşte şahitsiniz ki başladım bile. Yukarıda yazdıklarım hangi makamdan çalacağımın, hangi demden vuracağımın küçük bir nişanıdır. Yani sizin nezdinizde nasıl ahkâm keseceğim daha şimdiden apaçık ortadır. İddam budur ki; bu internet sayfasında kafamdan geçenleri aynen oldukları gibi, sizlerin samimiyetinize güvenerek ve hoşgörünüze sığınarak, fazla dogru mudur yanlış mıdır, nasıl anlaşılır diye irdelemeden, sizin şahitliğinizde sanal dünya milletinin insanıyla paylaşacağım. Keyfekeder! Ne bileyim sanki beraber çay içiyormuşuz gibi… Siz istediğinizi içebilirsiniz. Buyrun! İkramım güzel olur.
Gerçekten aklımdan geçenlerle ilgili bir yer olacak burası. Kalabalıktan uzak. Facebook narsistlerinden ve twitter er(me)mişlerinden çok uzakta! Belli bir dogru iddasında olmadan, kim ne der ne düşünüre takmadan, düzeltmeler yapmadan… Yazarken kendi kendimi daha çok tanıyacağım sanırım. Bir tür aynaya bakmak gibi bir şey olacak! Belkide yazarken aradığım cevaplara rast geleceğim. Ya nasip! Sonrasında yine yeni yeniden sorular soracağım. Ya sabır! Birde ince fikirlerimle zırhınızda delikler açacağım. Egonuz, önyargılarınız, tüm klişeleriniz, tembelliğiniz belkide yara alacak. Bre densiz! Yani kusura bakmayın ama en çok kendim için yazıyorum. Sizide bu amaçla kullanıyorum. Sizi zorluyorum. Hatta kötü emellerime alet ediyorum. Sizi okumaya ve düşünmeye davet ediyorum. Eleştiri ve yorumlarınızla beni zenginleştirmezi istiyorum. Bundan daha kötü ne olabilir ki? Bu zamansızlık içinde okumak, düşünmek ve bir başkasını zenginleştirmek falan. Size şaka gibi geliyor belki! Veyahut bir kâbus! Benim kisi büyük bir cüret ve ahmaklık. Artık nasıl anlayacağınız, benim ironik ifadelerim bir kenara bırakıldığında tamamen sizin mizacınızla, halden anlama isteğinizle, empati yapma yeteneğinizle alakalı olsa gerek. Ya hemen kaçıp kurtulacaksınız ya da yapmaya çalıştığımın bir parçası olacaksınız. Başka bir seçenek yok.
Yazacaklarımla kayda geçirdiğim zamanı, geriye dönüp tekrar hatıladığımda belki kendi kendimi şaşırtacağım. Sizi şaşırtmak çok da mühim ve zor birşey olmasa gerek. Yaw bu adam ne diyor? diyeceksiniz ve kulaklarımı çınlatacaksınız. Eminim! 40 yaşlarıma merdiven dayadığım bu günlerde, kısa gelecekte hafızamın beni yarı yolda bırakacağına iyice anlamış bulunuyorum. Bu sebeble kayda geçirme işine ayrı bir kıymet veriyorum.
Haberiniz baştan olsun ki; oldukça uzun yazarım. Soyadım gibi! Öyle az zamanlarda okunacak bir kaç pragraflık yazılar benim klavyemden pek çıkmaz. Kısa kısa yazılacak konulara zaten tenezül etmem. Ekranda okunan yazıların kısası makbulmuş. Bir blog yazarının’ şöyle kısa ve öz yazsam ve herkes beni okuyup anlayabilse ’ diye kendi kendine serzenişte bulunduğuna şahit olmuşluğum vardır. Ben o familyadan değilim ve o familyadan kız almam 🙂 Herkesin beni anlaması gibi bir niyetle bu işe başlamış hiç değilim. Yazmaktan artık ince bir keyf duyar olmuşum. Elbette bu keyfi uzatmak gerek. Zatı bu gurbet ellerde başka ne yapılabilri ki! Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte, acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette… sözleri yanık tınısı ile kulaklarımda çınlayıp duruyor. Korkmuyorum diyorum ama galiba korkuyorum. İçimde saklanan küçük çocuğa arkadaş arıyorum…
Hedefim ne bir dogru tespiti yapmak ne de yol göstermek. Sadece bir kıvılcım çıkarmak istiyorum o kadar. Ateş alır mı almaz mı bilemem. Beğenilmek, takdir toplamak, kendimi kanıtlamak gibi bir derdim kesinlikle yok. Yaşadıklarım kayda geçsin istiyorum. Buraya yazdıklarım hem kendi hayatımın tanıklığı hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı olacaktır. Kendimi olduğu gibi anlatıyorum. Kendim kadar birilerinde bundan faydalanabileceğini umuyorum. Şimdi olmazsa bile sonra. Bu hayata dâhil olduğum kadar müdahilim. Bu hakkımı sonuna kadar kullanıyorum. Bir başkasının hakkını yemediğim sürece yanlış yapmaktan çekinmiyorum. Kalp kırmamaya hep azami özen göstermişimdir. Ama bu hassasiyetimin yanlış anlaşıldığını, kötüye kullanıldığını, kendimce kötülerin aleyine işlediğini görünce artık daha cüretkâr olmaya karar verdim. Dikkat çekmek için yapacağım hırçınlıklar, abartılar ve acemiliklerim maksadı aşan sonuçlar verebilir. Bu riski alıyorum. Hatamdan dönmesini ve özür dilemesini çok iyi bilirim. Bir hata işlersek şimdiden affola! Zira cezama razıyım. Başım üstüne! Yeter ki insaf edin. Biliyorum suçluyum ve dediğim gibi razıyım cezama. Bir facebook insanı olamadım, o çok kıymetli günün 10 iletisini 100. tekrar olarak size göndermedim. Özlü sözleri Facebook’a yazmayı belki ben başlatmıştım. Ama sonra sizleri yarı yolda bıraktım ve şimdi sizleri beğenmiyorum. Fotografınızı bile uzun süredir ’like’ lamadım. Vefatından sonra kıymete binen zatın vefatını bile R.I.P x diye duyuramadım. Yapsaydım bir yerim eksilirdi. Bir kaçınızada beklenen aşk itirafını geciktirdimde de geciktirdim. Vallahi benim değil, erosun suçudur. Ne yapayım! Şimdi bunlardan daha kötülerini yapmaya niyetim var. Tuttum sanki bir işmiş gibi bir internet sayfası yaptım. Size samimiyetten, vicdandan, insaftan falan bahsedeceğim. Sanki siz bilmiyorsunuz ha! Aşklarınıza bile karışıp bunlar aşk falan olamaz diyeceğim. Modern yaşamlarınızın tekerine çomak sokacağım. Yazdıklarımın içinde bir sürü intihaller olacak. Sizi kandırcağım. Çok uzun uzun yazacağım. Çok fena çok. O kadar çok şey yazacağım ki size birşey kalmayacak. Birşeyler yazmanız için galiba biraz uğraş vermeniz gerekecek. Çok sevimsiz bir profil oldu bee! Ama ben bunları yapmazsam ve yeteri kadar saçmalamasam, siz sizden daha çok saçmalayan birini görme mutluluğuna nasıl erişirdiniz değil mi?
… Velhasıl bir kaç paragraftan sonrasını okuyamayan / okumak istemeyenlerden seniz hiç başlamayın. Hiç boşuna zamanım yok falan demeyin. Siz yalancı Facebook krallığınızın veya kendi meşkuliyetlerinizin tadını çıkarın. Biliyorum ki; hiç bir zaman biraz durayımda bir soluklanayım diyemiyeceksiniz. Başka bir renge başka bir tada ihtiyacınız kesinlikle yok. Kendi kendinize yeterde artarsınız. Siz ve size benzeyenler. Siz ve sizi sevenler. Siz ve size katlanabilenler mi demeliyim? Çok şanslısınız ama sizden bir dirhem şans bile istemiyorum. Şansınızda bir eksilme olmasın. Alternatifiniz zaten çok. Bir bilgi talan ve ziyanı, duygu kabızlığı ve horman ishali haline gelmiş bu sanal dünya gezintilerinde sizi mutlu eden, sizi haklı çıkarıp alkışlayan birilerini mutlaka bulacaksınız. Siz tercihinizi zaten milyonların okuduklarından yana yapmışsınız. O milyonlardan bir tanesi olmak size ne katar bilinmez. Kelimelerim aynı sigaramın dumanı gibi size yavaş yavaş zarar verecektir. Aman yaklaşmayın. Ne bileyim olmayan ferranizi satın, aşktan meşkten bahseden romanları okuyun, solculuk – sağcılık oynayın, herhangi bir organınızın götürdüğü yere gidin. Alternatifleriniz oldukça fazla.
Ama birşeylerin eksikliğini hissedenlerden, tuzunu bir türlü kurutamıyanlardan, yeni bir tat arayanlardan, canı sıkılanlardansanız gelin beni takip edin. Gelin biraz huysuzluk yapalım. Belki kendimizi şımartmaya bile azcık zamanımız olur. Öyle büyük meselelere ihtiyacımızda yok. En küçüklerinden başlayabiliriz. Bir kaç ilginizi çekebilecek konu başlığına bir göz atın lütfen. Özgün ve samimi birşeyler bulabileceğinizi idda ediyorum. Anadolu’dan İskandinavya’ya uzanan bir habitat ve şizofreni sınırlarını zorlayan bir fikriyat sizi bekliyor. İskandinavya ne alaka sakın demeyin. Size bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyorum. Başka türlü bir şey değilmiydi istediğiniz? Ne ağaca benzer, ne de buluta! Burası değidi özlediğiniz memleket. Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava.. İşte size aradığınızı vaad ediyorum. Maceramız başlamıştır.
Selamlar ve Saygılar
Hazerfen
Mart 2013, Fredericia